things getting worse before getting better...

24 Şubat 2008 Pazar

Bir Cumartesi Yazısı: Önce Bolonez Soslu Makarna Eşliğinde Audrey Tautou'lu 'Zengin Avcısı' Ardından Bir Del Toro Şaheseri 'Pan'ın Labirenti'

Bu cumartesi anladım ki ben 3 aydır hiçbir haftasonumu evde geçirmemişim.Ya nöbetim varmış ya da çeşitli bahaneler yaratarak Antakya'ya gitmişim.O yüzden bu cumartesi sabahı uyanınca ne yapacağımı bir türlü bilemedim başta.Ayağımın üstüne en az 3 hafat mümkün olduğunca basmama gerektiğinden nöbetlerimi iptal ettim .Tüm günümü ayağımı uzatıp ,yormadan geçirmem gerekiyordu.İlk 4 saat bu konuda başarılı oldum ama 4. saatin sonuna doğru kendimi üzerimi giyiniyorken buldum.Ve normal şartlarda 10 dakika sürecek olan bir maceraya çıktım.Kendimi de bunları acil olarak yapmam lazım diyerek avutuyordum.İşin aslı çok sıkılmıştım ve dışarı çıkmalıydım.Şu an çok pişmanım 10 dakikalık yol benim için 1 saat sürdü ve sonunda tüm gece ayağım sızladı durdu.Üstüne üstlük 2 kez kayma tehlikesi atlatınca ayak tabanıma ek olarak bileğim de ağrıdı.Onca ağrıya inat bir de kalktım yukarıda resmini gördüğünüz Bolenez soslu makarnayı pişirdim, kendimi şımartmak için.Yanında, dışarı çıkmışken aldığım, Audrey Tautou'nun başrolünde olduğu 'ZENGİN AVCISI'' adlı filmi izledim.
Film hakkındaki yorumuma gelirsek, (kimse ciddiye almasın ben profesyonel bir sinema eleştirmeni değilim,tamamen kişisel görüşümdür :>)) ben biraz sıkıldım izlerken .Bol bol ara vererek izledim ki, normalde filme ara verilerek izlenmesinden hiç hoşlanmam.Konusu, isminden de anlaşılacağı gibi zengin ve yaşlı adamalarla beraber olan Iréne(Audrey Tautou), ve ona aşık olan garson Jean(Gad Elmaleh) arasında yaşanan olaylar silsilesi.Sizi hayal kırılığına uğratmayacak mutlu sona sahip Fransız yapımı film.Güzel kıyafetler,pahalı mücevherler ve şık mekanlarla dolu.Son zamanlarda izlediğim Romantik-komedi filmeleri arasında 3 yıldız veriyorum kendisine. Başroldeki 'Gad Elmaleh'in o güzel mavi gözleri beni kendisine hayran bıraktı.Audrey Tautou'nun ayakkabıları da dikkatimden kaçmayacak kadar güzeldiler.
Tüm cumartesi gününü sadece bir filmle yetinerek geçirmem mümkün olmadığından üstüne bastırsın diyereketen, kahve niyetine ,önünde saygılı eğilmek istediğim Guillermo del Toro'nun geçen sene vizyona giren son şaheseri 'Pan'ın Labirenti - El Laberinto del Fauno'sunu izledim.Tek kelimeyle 'mükemmel görsellikteydi' .1944 İspanya'sında Franko'nun Faşist rejimine bir çocuğun gözüyle anlatan gerçekliğin ve masalın eş zamanlı yürüğü fantastik,dram,korku öğelerinin karışımından oluşan bir film.Ofelia'nın gözüyle bakıyoruz savaşa bir de.Nedense Ofelie'nın ,başını annesinin karnına dayayarak kardeşiyle konuştuğu sahneler,ortaokul yıllarımda okumuş olduğum '' Oriana Fallaci 'nın tüm kadınlara adamış olduğu 'Doğmamış Çocuğa Mektuplar' adlı kitabını hatırlattı.Okuyanlar bilirler ,orada da sevgilisinden ayrıldıktan sonra hamile olduğunu öğrenen anne,bebeğine seslenir :


' Senden korkuyorum. Seni hiç yokluktan zorla çekip alan, gövdeme ekleyen rastlantidan. Seni çok beklediysem de karsilamaya asla hazir olamadim.Ama kendi kendime hep o kötü soruyu sordum: Ya dogmak hosuna gitmezse? Ya günün birinde haykirip suçlarsan beni: 'Sana kim dedi beni dünyaya getir diye? Neden dünyaya getirdin beni, neden?''




Bu kitabı tekrar okumalıyım.O zaman okuduğumda çok iyi anlamış olduğumu düşünmüyorum.Zaten bazı kitaplar hayatın belli dönemlerinde yeniden gözden geçirilmeli bence.


Yine nereden girdim ,nasıl dağıttım konuyu.İşte bir cumartesi de böylece bitiverdi.Darısı gelecek haftaya!


P.S: annem okuyunca azıcıkda ders çalışsaymıştın diyebilir?


Hiç yorum yok: