things getting worse before getting better...

24 Şubat 2008 Pazar

Dave Matthew- Say Goodbye





Dave Matthew ile tanışmam bir çocukluk arkadaşım aracılığyla olmuştu.Arkadaşım,o zaman 1 yıllık eğitim için gittiği Amerika'dan yeni dönmüştü.İşte o günlerin birinde bak sana ne dinleteceğim diyerek,Cd çaları çalıştırdı.Biz de teraslarındaki rahat,insanın yayılmasına izin veren koltuklardaki yerimizi çoktan almıştık.Hayal meyal de olsa sıcak bir pazar günü öğleden sonrası olduğunu hatırlıyorum.Sanırım 13-14 yaşlarındayız.Yarım yamalak anlıyorum parçaların sözlerini,çoğunlukla arkadaşım çeviriyor sözleri bana.Dave Matthew'un 'Crash'adlı cd'sinin dinliyoruz tüm öğleden sonra.Bu sırada Amerika maceralarından,sağdan solda ve gelecekten bahsediyoruz.Kim bilir kaçıncı platonik aşkımızı hayal ediyoruz.Ve ben en çok bu parçaya vuruluyorum.Sonra bana bir kopyasını hediye ediyor..Ve ben bu şarkının sözlerini şiir defterime yazıyorum.Bugün eşyalarımı toplarken o defteri buldum.Yeniden hatırladım çocukluğumun o sıcak yazını.Daha sonraki yazlarda bulamadım o yaz tatilinin bırakmış olduğu tadı. Sanırım büyüyorduk.Zaten arkadaşım o yazdan sonra aile sorunları nedeniyle tekrar gelemedi.Uzun bir aradan sonra bu soğuk pazar öğleden sonrası,o sıcak pazarı hatırlamak yeniden ısıttı içimi.Ben bu şarkıyı çocukluğumdaki duygularımdan farklı duygularla seviyor olsam da,hiç arkadaşımın aşkına aşık olmamış olsam da,sevmeye devam ediyorum.Ve en çok,tüm imkazsızlığına inat,bir gecede olsa,gerçekmiş,bir ömür boyu sürekcekmiş gibi bu aşkı yaşayalım diyen sözlerini seviyorum(24.02.2008)

Bir Cumartesi Yazısı: Önce Bolonez Soslu Makarna Eşliğinde Audrey Tautou'lu 'Zengin Avcısı' Ardından Bir Del Toro Şaheseri 'Pan'ın Labirenti'

Bu cumartesi anladım ki ben 3 aydır hiçbir haftasonumu evde geçirmemişim.Ya nöbetim varmış ya da çeşitli bahaneler yaratarak Antakya'ya gitmişim.O yüzden bu cumartesi sabahı uyanınca ne yapacağımı bir türlü bilemedim başta.Ayağımın üstüne en az 3 hafat mümkün olduğunca basmama gerektiğinden nöbetlerimi iptal ettim .Tüm günümü ayağımı uzatıp ,yormadan geçirmem gerekiyordu.İlk 4 saat bu konuda başarılı oldum ama 4. saatin sonuna doğru kendimi üzerimi giyiniyorken buldum.Ve normal şartlarda 10 dakika sürecek olan bir maceraya çıktım.Kendimi de bunları acil olarak yapmam lazım diyerek avutuyordum.İşin aslı çok sıkılmıştım ve dışarı çıkmalıydım.Şu an çok pişmanım 10 dakikalık yol benim için 1 saat sürdü ve sonunda tüm gece ayağım sızladı durdu.Üstüne üstlük 2 kez kayma tehlikesi atlatınca ayak tabanıma ek olarak bileğim de ağrıdı.Onca ağrıya inat bir de kalktım yukarıda resmini gördüğünüz Bolenez soslu makarnayı pişirdim, kendimi şımartmak için.Yanında, dışarı çıkmışken aldığım, Audrey Tautou'nun başrolünde olduğu 'ZENGİN AVCISI'' adlı filmi izledim.
Film hakkındaki yorumuma gelirsek, (kimse ciddiye almasın ben profesyonel bir sinema eleştirmeni değilim,tamamen kişisel görüşümdür :>)) ben biraz sıkıldım izlerken .Bol bol ara vererek izledim ki, normalde filme ara verilerek izlenmesinden hiç hoşlanmam.Konusu, isminden de anlaşılacağı gibi zengin ve yaşlı adamalarla beraber olan Iréne(Audrey Tautou), ve ona aşık olan garson Jean(Gad Elmaleh) arasında yaşanan olaylar silsilesi.Sizi hayal kırılığına uğratmayacak mutlu sona sahip Fransız yapımı film.Güzel kıyafetler,pahalı mücevherler ve şık mekanlarla dolu.Son zamanlarda izlediğim Romantik-komedi filmeleri arasında 3 yıldız veriyorum kendisine. Başroldeki 'Gad Elmaleh'in o güzel mavi gözleri beni kendisine hayran bıraktı.Audrey Tautou'nun ayakkabıları da dikkatimden kaçmayacak kadar güzeldiler.
Tüm cumartesi gününü sadece bir filmle yetinerek geçirmem mümkün olmadığından üstüne bastırsın diyereketen, kahve niyetine ,önünde saygılı eğilmek istediğim Guillermo del Toro'nun geçen sene vizyona giren son şaheseri 'Pan'ın Labirenti - El Laberinto del Fauno'sunu izledim.Tek kelimeyle 'mükemmel görsellikteydi' .1944 İspanya'sında Franko'nun Faşist rejimine bir çocuğun gözüyle anlatan gerçekliğin ve masalın eş zamanlı yürüğü fantastik,dram,korku öğelerinin karışımından oluşan bir film.Ofelia'nın gözüyle bakıyoruz savaşa bir de.Nedense Ofelie'nın ,başını annesinin karnına dayayarak kardeşiyle konuştuğu sahneler,ortaokul yıllarımda okumuş olduğum '' Oriana Fallaci 'nın tüm kadınlara adamış olduğu 'Doğmamış Çocuğa Mektuplar' adlı kitabını hatırlattı.Okuyanlar bilirler ,orada da sevgilisinden ayrıldıktan sonra hamile olduğunu öğrenen anne,bebeğine seslenir :


' Senden korkuyorum. Seni hiç yokluktan zorla çekip alan, gövdeme ekleyen rastlantidan. Seni çok beklediysem de karsilamaya asla hazir olamadim.Ama kendi kendime hep o kötü soruyu sordum: Ya dogmak hosuna gitmezse? Ya günün birinde haykirip suçlarsan beni: 'Sana kim dedi beni dünyaya getir diye? Neden dünyaya getirdin beni, neden?''




Bu kitabı tekrar okumalıyım.O zaman okuduğumda çok iyi anlamış olduğumu düşünmüyorum.Zaten bazı kitaplar hayatın belli dönemlerinde yeniden gözden geçirilmeli bence.


Yine nereden girdim ,nasıl dağıttım konuyu.İşte bir cumartesi de böylece bitiverdi.Darısı gelecek haftaya!


P.S: annem okuyunca azıcıkda ders çalışsaymıştın diyebilir?


20 Şubat 2008 Çarşamba

Her Yerde Kar Var...




Karlar Ülkesi












Yemekhane Yolları Karlı :)





Her yerde kar var kalbim senin bu gece

Her yerde kar var kalbim senin bu gece

Belki gelirsin sen bakarken pencereden
Gözler yanlız özler karda senden izler


Yürümek karda zordur
Gelirsen bak aşk budur
Dönsen köşeden şöyle

Şarkı söylerim böyle


Laaay la lay la lay la layLaaay la lay la lay la lay



Yağma kar dur artık

Bak buz oldu kalbim

Yağma sesimi duy

Belki gelir sevgilim
Göz yaşım dur düşme

Gelmeyecek düşünme
Kes ağlamayı artık
Bak oldu bana yazık
Karda zordur yürümek
Anladım gelmeyecek
Dünya oldu bana dar



Neden yağdın söyle kar
Dünya oldu bana dar
Neden yağdın söyle kar...?


Laaay la lay la lay la layLaaay la lay la lay la layLaaay la lay la lay la lay



Şarkısı eşliğinde yüklendi fotolar bloga,


Burası buz gibi ,en son bu kadar karın yağdığını ben birinci sınıftayken görmüştüm.Gerçi otobüsle gidip gelirken, otobüsü bekleme süresince üşüyorum ,hastane de ve evim de sıcacık ..Kar yağışının yarına kadar devam edeceği söyleniyor.Allah fakire fukaraya yardım etsin.Ve ilk ve orta dereceli öğretim kurumlarına olduğu gibi bize de tatil verilsin...



Tabi bu kadar kar yağışıyla birlikte düşüp bir yerinizi kırmamanız içten bile değil...Bu düşünceyle aman bir yerim kırılmasın, içinmesin derken; bendeniz karda değil ,hastanenin merdivenlerinde hoplaya zıplaya inerken geçtiğimiz cuma ayağımı incittim ,daha doğrusu ben incittim zannettim.İşin aslı benim burkulmdır geçer düşüncesiyle önemsemeyip, bir de üstüne 36 saat nöbet tutmamla pzar gecesi zavallağı sol ayağım isyan etti ve üzerine basamaz duruma geldim.Pazar akşamı sakın kırılmış olmasın ,aman falan,ya kırıldıysa ben nasıl muayene olacağım derken.Pazartesi sabahı topallayarak ortopedi polikliniğinin kapısınma dayandık( ben ve çok yakın bir arkadaşım refaketinde).Benim ayaklarla ilgili bir takıntım var.Ne birinin ayağını elleyebilirm (ki bu durumu, yazdan beri yavaş yavaş aşıyorum,aştım bile diyebilirim;ama yine de çok isteyerek yaptığımı söyleyemeyeceğim ) ne de ayağımın ellenmesine (ki bunu nasıl aşabileceğimi hiç bilmiyorum,gerçi ben hastalara yaptığımız herşeyden deli gibi korkuyorum ya ) dayanabilirim.Ayağımın ellenmesi düşüncesi sonucu, ağrım ortopedinin muayene odasıının kapısında birden bire geçiverdi :>).Bin bir türlü naz ve niyaz sonucunda ayağımın filmi çekildi (yine de ayağımı ellettirmedim :) Sonsuz sabrı için Dr.Seyran Abi'ye teşşekkür ederim.Şunu söylemeliyim ki şımarık küçük çocuktan farksızdım.) ve tahminlere göre kopma kırığı olabileceği söylendi.Tedavisi ise mümkün olduğunca üzerine basmamak bu suretle ben bu hafta başından beri minimum yürüyorum(inanın benim için zor bir durum) ve yürüyeceksem de topallayarak geziyorum.Aksi takdirde ağrım sızım geçmezse ayağım atele alınacak :<(.




P.s: Ajda Pekkan'ın ilk solo 45'liği olan bu şarkı Adamo'nun "Tombe La Neige" şarkısının Türkçe versiyonudur. Yeşim ve Nilüfer tarafından da seslendirilmiştir Söz: Fecri Ebcioğlu / Müzik: Salvatore Adamo



15 Şubat 2008 Cuma

Geçen Haftanın Çilesi...





Geçtiğimiz haftadan beri bir sürü aksilik üst üste geldi.Önce kardeşimin ameliyatı,geçen hafata almakta olduğum satjın, staj bitirme notuma ilişkin düzeltmesi talebimim, yeni stajın getirdiği nöbetler ve en önemlisi 2 aydır bir türlü ilerlemeyen bitirime ödevimi değiştirme savaşım...Anlayacağınız geçen haftam dekanlık,kordinatörlük arasında dolanmakla geçti.Hele bitirme ödevim okulda efsane hali,ne geldi..İnsanlara bitirme ödevi demem için yanında bin adet şahitiminde olmasını gerektiren bir ödevim vardı.Gereğinden fazla yorucu ve işin açıkçası hocanın benim sıradan bir son sınıf öğrencisi değil de ,bölümü yeni kazanmış çömez asistan kıvamında üstüme yığdığı,40 adet her biri minimum 8 sayfadan oluşan makale çevirisi ve daha sonra bunların derlenip yeni bir makale çalışmasına dönüştürülmesi silsilesinden oluşan, tez dememin daha uygun olacağı bir bitirme ödevi .Ancak iş sadece bu kadarla bitmiyor.Bu işin birde laboratuarda farelerle ve benim onların kuyruklarını tutup ağrı eşiklerini ölçmem gereken çok daha zorlu bir etabı mevcuttu.Allah'tan bu konuda beraber çalışmamın istendiği asistan halime açıdı da ,2 kez uğramakla bu işten sıyırdım.Bu tez kıvamında bitirme ödevini aldığım ilk güne gelirsem...






Efendim günlerce gidip gelmelerden sonra sonunda hocaya ulaşılır(tez hocamın, geçmişte laboratuar sınavında bendenize 4 üzerinden 1 puan vermişliği vardır ki zaten bu punana itirazım yok ;çünkü o sınavda ben hoca olsaydım da aynı puanı verirdim,o da şirinliğim adına.Konuyu dağıtmadan devam edeyim).Hocaya gitmeden önce bitirme ödevi verme konusunda elbette araştırılır ve çok kolay ödevler verdiği öğrenilmesi üzerine ziyaretyere gidilir ve olaylar böyle başlar...Ürkek şekilde kapı çalınır ....






ben:hocam iyi günler,müsait misiniz?



hoca:buyrun,



ben:hocam, bitirme ödevimi(ki burası üzerine bastırılarak tekrarlanır) sizden almışım.Bu hususta konuşmaya geldim.



hoca:hımm,ne güzel!Düşündüğün bir konu var mı?



ben:(zaten nöbet çıkışı olan benim aklıma bir türlü üzerinde çalışmak istediğim bir fizyoloji konusu gelmez,acaba ekg falan desem diye düşünürken bendenizden garip sesler çıkar) valla ,hım hocam bilmem ki?



hoca:biz şu an leptin,obesite,diayabet,osteoporoz üzerinde çalışıyoruz.Senin ingilizcen nasıl?



ben:hocam çok iyi sayılmaz,öyle günlük yaşamımı kurtaracak seviyede ingilizcem(aslında söylediklerim pek doğru değil ama kim boşu boşuna angarya almak ister ki.)



hoca: Sana bu konuyu verelim.Hımm ama buna ek olarak laboratuarda çalışmamız var onada yardımcı olursun .Farelerle aran nasıl?Şimdi madem tezini benden aldın...



ben:hocam bitirme ödevi..hocam ben korkuyorum farelerden ,daha önce de çalışamamıştım..




hoca:Şimdi öyle sıradan bir konu versek olmaz,bu tezle bilimsel çalışmalar nasıl oluyormuş onu da öğrenirsin!


ben( diyecek söz bulamaz durumda yerimde kıpırdanıyorum,içimden neden geldim diye 100. kez tekrarlıyorum belki de bu esnada)


hoca: ben sana birkaç makale vereyim,flash diskin yanında mı?Bir de şu tez formatını da yükleyeyim..Bu formatta hazırla. Bu tez yazımı için ideal format. Geçen seneki uzmanlığını alan kadın doğum asistanın tezinin bir kopyası.



Ben:hocam şey, bitirme ödevi olacak benimki



hoca:ben başlamıştım bunun üzerinde çalışmaya.Sen tamamla; sonra bunu yayınlatırız bir dergide. Senin de adın geçer hem altında.



ben:ya ne güzel(giderek söyleyecek bir söz bulamıyorum.Hoca iyi gaz veriyor ama )



hoca:aa,X baksana ,(asistana sesleniyor)



asistan:efendim,



hoca:Bu benim tez öğrencim,



ben(en çaresiz halimle araya girerek):bitirme ödevi ...



asistan:merhaba



ben:merhaba abi..



hoca:sana deneylerde yardımcı olacak.canım numaranı x abine ver,artık akşamları ,haftasonları X abin buraya gelirken arar seni de. Burada birkaç saat çalışırsınız beraber.Zaten biliyorsun Avrupa'da da böyle. Ders biter ,ayaküstü bir şeyler atıştırırsın sonra da birkaç saat daha çalışırsın..



ben:hım,tamam hocam



hoca:hadi, ver flashını da ben yükleyeyim şu dosyaları...



ben:tamam ,hocam buyrun




hoca:Takıldığın bir şey olursa beni bu numaradan gece gündüz arayabilirsin..




ben:hıhı...




Geçmiş gün olması nedeniyle tam net konuşma sırasını hatırlayamasamda,


olay aşağı yukarı böyle gelişmiştir.Ve o günden sonra benim bitmek bilmez sıkıntılı gecelerim başlamıştır.Başlangıçta bir hevesle makalelerin çıktısı alınır,verilmiş olan tez kopyası incelenir.Bir gayretle tez çevrilmeye başlanır ama bir türlü tam anlamıyla konsantre olup ilerleme kaydedilemez(Elbette bunda sevgili arkadaşalarımın tez konularını duymam ya da benim konumu anlatınca'' deli misin ,git hocayla konuş,anlat bu tez değil bitirme ödevi de'' gibi konuşmalarının da katkısı olmuştur.)Bu arada yaptıklarımı(!) göstermek için hocanın yanına birkaç kez uğrarınılır ve fare deneylerine de bu sırada iştirak edilinir.




Bu sırada başa gelebilecek en büyük felaket gelir ve bilgisayar çöker.Elbette tüm makalerin ve benim başlamış olduğum taslağı da içeren dosya çoktan flashtan pc'ye aktarılmıştır ve tek kopyada pc ile birlikte çöküp gitmiştir.Üzülünür ama bir umut da doğar; belki hoca vazgeçer diye...Bu tememniyle hocanın yanına gidilir,hocaya konuyu hazırlamakta zorlandığımı, zaten yaptıklarımın da bilgisayarım çöktüğü için, kaybettiğim anlatılır ancak tüm hayaller suya düşer.Hoca yarın gel ben sana yeniden vereyim der.Ve başım önde odadan ayrılınır.Tek umut sevgili koordinatördedir artık...


Elbette benim kordinataöre gidip de olayı anlatınca, sevgili hocam epey güldü,eğlendi.Ben konuşayım dedi tez hocanla .Bu durumu da ben kabul etmedim;çünkü işin açıkcası tez hocamın bu olayı,kendisini şikayet etmişim gibi algılayacağını(ki pek de yalan sayılmaz) ve vereceği yeni konuda ve özellikle ödevimi değerlendirme aşamasında , çok objektif olamayacağını düşündüğüm için tez hocamın değiştirilmesini ya da benim bu tez nedeniyle okulu uzatacağımı ağlak bir biçimde (hatta bir iki damla yaşta dökerek) söyledim.




SONUÇ: Sonuçta geçtiğimiz pazartesi tez hocam değişti sadece bunula kalamdı staj notumu da sevgili hocam düzeltti ve çok da güzel bir not verdi.




Son olarak: Geçenlerde çok sağlam bir kaynaktan öğrendim ki eğer ben bu makale işini bu ayın sonuna kadar bitirmeseymiştim (ki tez hocamın değiştirdiğim gece, hoca beni arayıp, bu ayın sonuna kadar tezimi bitirmemi,kendisinin ertesi gün yutdışına gideceğini,bana ulaşamadığı için makaleleri asistanına bıraktığını ve kendisinin ay sonunda geleceğini söyledi.Bu durumda ben odasına gidip söyleyecek iken pat diye telefonda, tez hocamın değiştiğini söyledim :>)) dekanlığa yazı gönderip,tez öğrencisinin kendisinden alınmasını isteyececekmişti...




ps:resim Velazquez'e ait olup'' Las Meninas'' isimli bu tablonun bu yaz orjinalini yakından görme şansına sahip oldum.Gerçekten hayran olunmayacak gibi değil dikkatli bakarsanız bu resimde Velazquez kendisini de çizmiştir.Ayrıca aynada resmi yapılan küçük prensesi izlemekte olan anne ve babasının yanısımasını da göre bilirsiniz.












10 Şubat 2008 Pazar

Subtitle





mathilda: leon, i think i'm falling in love with you. it's the first time for me, you know?



léon: how do you know it's love if you've never been in love before?



mathilda: cause i feel it. léon: where? mathilda: in my stomach. it's all warm. i always had a knot there and now... it's gone.



léon: mathilda, i'm glad you don't have a stomach ache any more. i don't think it means anything.
--------------------------------------------------------------------------



mathilda: léon, what exactly do you do for a living?



léon: cleaner



mathilda: you mean you're a hitman?



léon: yeah



mathilda: cool



----------------------------------------------------------------------------------



mathilda: you killed my brother.



stansfield: i'm sorry. and you want to join him?



matilda: no.



stansfield: it's always the same thing. it's when you start to become really afraid of death that you learn to appreciate life. do you like life, sweetheart?



matilda: yes.



stansfield: that's good, because i take no pleasure in taking life if it's from a person who doesn't care about it.




------------------------------------------------------------------------------------




matilda: Hayat her zaman mı bu kadar zor,yoksa sadece çocukken mi?




léon: Bu hep öyle!
























7 Şubat 2008 Perşembe

Ben de artık kınalıyım :))

Birer ikişer evleniyor artık sınıf
arkadaşlarım da...Aslında zaten çocukluk,lise arkadaşlarım arasında evlenen ve nişanlanan vardı.Ama bu durum şmdi biraz daha farklı gelmeye başladı.Biz tıpçıyız ya okul uzun,daha bunun TUS sınavı var,asistanlık yılları var.Yani önümüzde zaman var evliliğe,kariyer yapmalıyız diye avutuyordum kendimi...Okuldan eve dönüşlerde ,dost muhabettelerinde sıkıştırıldığımda bahanem hazırdı,''ben daha öğrenciyim'' ancak artık bu bahanemin son kullanma tarihin bitmesine çok az bir zaman kaldı.Tamam ,inkar edecek değilim,hani ben de zaman zaman evilik fikrini düşünüyorum ama benim hala zaman var ya da ben şimdilik böyle olduğuna inanmak istiyorum :))



2 gün önce sınıf arkadaşalarımdan biri daha evliler kervanına katıldı.Böylece bekar grubumumuz bir fire daha verdi. Aynı akşamda kınası yapıldı.Biraz kafanız karıştı değil mi?


Çoğunuz duymuşsunuzdur biz tıpçıların çilesi 6 yıllık ön eğitimle bitmezz.''Üniveristeyi kazan, yatarsın, gezersin bol bol'' söylenmeleri bizlerle yakından uzaktan ilşkilendirilemez.Adının yanına bu gibi ekler düşülerek bahsedilen arkadaşlarım okulu uzatma yolunda sağlam temeller atmışlardır zaten çoktan(elbette her zaman istisnalar olmaktadır).Bizler herkes çimlerde yatarken,kafelerde takılırken komite,final stresi yaşar,bunlarda olmadı mı nöbet tutarak geçiririz ömrümüzün en güzel yıllarını.Son sınıfa yaklaştıkça Tus kaygısı başlar birde ek olarak . Tus denen sınav bir an önce kazanılmalıdır aksi takdirde diplomamazı alabilmemiz için Zorunlu Hizmet yollarına düşülecektir. Asistanlık ise kendi içinde karmaşık bir sistemdir ki bu konuya daha sonra değinmek istiyorum.Sanırım konuyu epey dağıttım.

İşte bu zorunlu hizmette eş durumundan tayin olabilmeniz için en az 6 aylık bir evlilik geçmişiniz olmalı.Bu sebepten dolayı hızlı bir nikah oldu.Zaten yapılacak olan nikah işlemi birkaç ay öne çekilmiş oldu.Düğün de ailelerin akrabaların,eşin dostun katılabileceği bir yaz gününde yapılacak.Tabi öyle kuru kuru nikah olmaz diyerekten bir kına gecesi organize etmişler gelin hanımın ev arkadaşları.Çok da iyi etmişler,şu sıkıntılı günlerim biraz stresten uzaklaşıp göbek attıp, kurtlarımı döktüm bir güzel.(Başlarda hanımağası gibi köşeye kurulmuş,elimde kamera ortada dökütürenleri kaydediyordum.Çok da güzel materyaller var elimde :)) Sonra ısrarlara dayanamayıp bir kalktım pir kalktım ,sanırım benimde görüntülerim ellerinde.Bu nedenle bu anları sizlerle paylaşamatacağım bu fotoğraf dışında.).



Tabi kınaya gidip de kına yakmamak olmaz değil mi? Herkes gibi ben de kınamı yaktım elime.Sonra da merak ettim nedir bu kına ve kına gecesi diye?


Hindistan’da Mehandi, Mısır’da Khenna, Arabistan’da Al-Khanna adıyla bilinen kına, Ortadoğu ve Asya’da yaygın olan lawsonia inermis adlı bir bitkiden üretiliyormuş. Kırmızı ya da beyaz çiçekler veren bu bitki güzel kokusuyla fark edilebilinmekteymiş. Zaman içinde, özellikle Hindistan gibi ülkelerde bu bitkiden çeşitli kremler elde edilmeye başlanmış. Güneş yanığı gibi çeşitli rahatsızlıkların tedavisinde kullanılmış. Bu arada bitkinin boya gücü de keşfedilmiş. Kınanın genel özelliği mürekkep gibi geçici ama deri üzerinde derin bir boya bırakabilmesi. Yaklaşık dört hafta kalabiliyor. Kına, saç, tırnak gibi bölgelerin boyanmasında da etkili. Yer yer kumaş boyası olarak da kullanılıyor. Kınanın kullanıldığı deri üzerinde yarattığı bazı avantajlar var. Birincisi derinin sertleşmesi ve de kolay kolay terlememesi. İkincisi, kınalı el ya da ayağın dışardan gelen ısıya karşı serinletici bir özellik taşıması.

Dede Korkut Hikayelerinde de sözü edilen kına, Türk inanç sisteminde adanmış olmanın işareti kabul edilmekteymiş. Bu nedenden ötürü : “vatana kurban olsun” diye asker adayına, “Allâh’a kurban olsun” diye kurbanlık koçlara, “eşine kurban olsun” diye geline kına yakılırmış.

Anadolu’da, oğlan evi tarafından alınan kuru kına, oğlan evinde toplanan kadınlar tarafından kız evine götürülür. Kına, gümüş veya bakır bir tas içinde “başı bütün” yani “başından ayrılık geçmemiş” bir kadın tarafından yakılıp, hem bereket dileği hem de kına yakılan kişiye baht açıklığı sağlamak amacıyla, gelinin sağ avucuna bozuk para veya altın konulurmuş. Kına, genellikle gelinin eline yakılmakla beraber; gelinin eline ve ayak parmaklarına, boynunun kütüğüne, yani ensesine de bir sıkım kına yakıldığı bölgelerimiz bulunmaktaymış.Bu sırada yalnızca kadınlar tarafından, geline kına yakılırken ve genellikle sazsız, çalgısız kına ağıtları söylenir. Kına ağıtlarıyla kına gecesinde gelini ağlatmak adettendir.Eğer gelin ağlamazsa “kocada gönlü var” şeklinde yorumlanır ve ayıplanır.

Son söz:''Bir yastıkta sevgi ve saygınızı yitirmeden yaşlanmanız dileklerim''

5 Şubat 2008 Salı

Benim Küçük Kardeşim Hasta Olmuş...


Uzun zamandır vardı şikayetleri zaten ancak her Türk gibi önemsemedik gaz sancısıdır dedik, geçiştirdik...Geçtiğimiz cuma şikayetleri iyice artınca doktora gitmiş...Önce barsak enflamasyonu düşünülmüş ancak yapılan tetkiklerde safra kesesinde taş olduğu anlaşılmış(bir tıpçı gibi ifade etmem gerekirse efendim Kolesistit tanısı konumuş) ve hemen operasyon planlanmış.Birazdan ameliyatı başlayacak.Nöbetlerim dolayısıyla yanında olamayacağım,ama telefon aracılığıyla sürekli iletişim halindeyim bizimkilerle.Uzakta olup yanında olamam,özellikle annemin telefonda ağlamaklı ses tonuyla konuşması gerginliğimi arttırdı.Hiçbir şeye konsantre olamaz oldum.Bu nedenle bugün sabah işleri halledip eve döndüm öğle tatili için. .Aslında yapılacak operasyonu tıp eğitimim boyunca defalarca izleme şansı oldum.Ama insan kendi yakınına yapılınca tedirgin olmaması mümkün değil(Belki de bu sebepten ötürü hekimlerin kendi yakınlarının ameliyatlarını yapmaları uygun görülmemektedir) .Bugün yapılacak operasyonda safra kesesi alınacak ,halk değimiyle kapalı bir ameliyat olacak yani laparoskopik...Bir sorun gelişmezse de yarın taburcu edilecek.Ondan sonra 1 hafta ev istirahati yapacak.Muhtemelen bizimkilere küçük çocuklar gibi nazlanacaktır,tabi onun nazlanmasına gerek kalmadan annemle babam etrafında(ki şuna eminim canım babacığım yoğun ilgisiyle of iyileştim ben artık dedirtecektir) pervane olacaktır.Annemle yapmış olduğum tüm telefon görüşmelerinden sonra-dün tüm gününü operasyon öncesi tahlillerle uğraşmakla geçirdiği için kardeşimle görüşememiştim- ancak akşam kendisiyle konuşabildim.Kardeşimle konuşunca tedirginliğim azaldı doğrusu.Sesi gayet rahattı,tedirgin olmadığı söyledi.Sonrada 'gerçi ben Öss sınavına girerken de rahattım da; sınav sırasında stes olup paniklemiştim' diye de ekledi.Şimdi gözüm saatte ameliyatın bitişini bekliyorum...
''CANIM ŞİMDİDEN GEÇMİŞ OLSUN,DUALARIM SENİNLE...''
ps: Efendim bu kadar adı geçen safra taşının ne gibi şikayetlere sebep olduğunu doktor adayınız olarak bahsetmeden geçemeyeceğim:Genellikle yağlı besinlerden,kızartmalardan sonra ortaya çıkan sağ üst karın bölgesinde ağrı, hatta bu ağrı çoğu zaman sağ omzunuza da yansıyabilir.Kusma,ateş,sarılık gibi şikayetlere de neden olabilmektedir...Buna benzer şikayetlerinizin olması durumunda doktorunuza başvurmanızda yarar var.
Herkese sağlıklı bir yaşam dileklerimle...
Ek Not:Operasyon gayet başarılı geçmiş çok şükür .Şimdilik ağrısı dışında pek bir sorunu yokmuş.1 hafta sonra dikişler aldığında tüm aktivitelerine kaldığı yerden devam edebilecekmiş :))

Son Zamanlardaki Film İzleme Takıntım...


Son günlerde film izleme olayını iyice abarttım.Gün içinde izlediğim film sayısı çoğu zaman dördü beşi geçmeye başladı.Özellikle 24 saatlik nöbetlerim,en uygun mekan şimdilerde benim için.Tabi her nöbette bu kadar çok film izleyemiyorum ama şu an almakta olduğum stajım ve ferah intern odamız film izlemeye oldukça müsait.Normalde garip bir uyku düzenim var bellli bir saatte uyumazsam(ki bu bendeniz için saat 19.00-20.00)arası oluyor;ondan sonra uyumakta zorlanıyorum hatta bazen 1-2 saatlik daha çok bayılma olarak tabir edeceğim kendinden geçme seansından sonra okula gittiğim çok oluyor.Haliyle nöbetlerde bu saatler yoğun geçen zaman dilimidir;mutlaka bakılacak bir kan şekeri,kan gazı veya hemogram vardır.Tüm bunlara ek olarak benim uyumam için pofuduk yastığımın ve yumoş yorganımında benimle nöbete gelmesi gerektiğinden ve bunun mümkün olmadığından ve en önemlisi nöbette öyle derin uykuya dalma şansınız olmadığından(mutlaka bir hastanın genel durumu bozulur yada bir şikayeti olur tam daldığınız anda) öyle kaliteli uyku uyumanız mümkün olmaz.Bende bu soruna şöyle bir çözüm buldum: Sevgili laptomum Haceri ve izlemek istediğim birkaç filmi de yanıma alarak nöbetlerime gidiyorum genellikle.Bu kadar laf izlemiş olduğum iki filmden söz etmek istemem.Belki bir çoğunuz bu filmleri izlemişsinizdir.
The Mask,Dump and Dumber gibi filmlerin binbir surat karakteri Kanadalı oyuncu Jim Carrey'i bambaşka iki rolde izliyoruz.Filmlerden ilk bestseller'da bir numaradan uzun süre inmeyen,2004 yılında En iyi Özgün Senaryo Akademi Ödülü dalındaOscar heykelciğini evine götürmüş bulunan drama tarzındaki bu filmin başrolünde Jim Carrey'inin yanıda Kate Winslet'i de izleme şansını bulacağınız ETERNAL SUNSHINE of the Spotless Mind -Sil Baştan...Çok hoş zaman geçirmenizi sağlayan bir film.İzlerken aldığı ödülü gerçekten hakkettiğini farkedeceğiniz,hakkındayazılmış onlarca mükemmel bir film olduğu ile ilgili dair yazıyı bulabilmeniz mümkün.Buna rağmen ben de birkaç kelam edemeden geçemeyecğim.Elbette bu filmi kelimelerle ifade edebilmem zor ama kısa ve öz olmam gerekirse; Aşk filminden öte ve bence biraz da fantezik(böyle bir kelime yok sanırım ben biraz önce uydurdum) sayılabilecek bir film.. İnsan bir ilişkinin sonunu bile bile yeniden aynı ilişkiyi sil baştan yaşar mı sorusunu aklınıza takan ve en sonunda bunun gibisi olursa yaşar dedirten bir film özetle.
Diğer bahsetmek istediğim film ise çok uluslu 2007 ortak yapımı geçen sene Türkiye'de de sinemalarda gösterilmiş olan Number 23-23 Numara... Bu filmde Jim Carrey'i diğer rollerine çok zıt bir karakterde izliyoruz.Eğer aranızda Jim Carrey psikolojik gerilim çekerse nasıl olur diye düşünen varsa kaçırmadan izlesin derim.Bu filmlerle Jim Carrey'e olan hayranlığım kat kat artmış durumunda olduğunu itiraf etmeliyim. Elbette Liar Liar,Man on the Moon gibi filmlerinde karnım ağrıyıncaya kadar güldüğümü inkar edemem ama onu bir de bu filmlerde izlemenizi öneririm.

Yolculuk Telaşı


Henüz gitmeme daha 5 ay var ama beni bir heyecan (ve de korku) dalagası sarmış durumda.Her sene bu telaşı yaşarım ama bu seferki daha bir erken başladı.Elimde kitap satır satır İtalya'yı tanımaya çalışıyorum şimdiden.Saatlerce vaktimi internet sayfalarında oradan oraya tıklayarak geçiriyorum.
Aslında aynı tarihlerde birden fazla yenilik olacak hayatımda şu an için belli olan(hayatın + getireceklerini saymazsam eğer...) :Öncelikle bendeniz taze mezun olacağım aynı tarihlerde ,artık kartvizitimde doktor yazacak (her ne kadar şu an kartvizitim olmasa da) .Üniversitedeki doktorculuk oyunu bitiyor yani.Nasıl biter ki bu fakülte diye sorduğum ilk gün dün gibi aklımda.O gün bana, şimdi ben söylesem inanmazsın ama göz açıp kapanıncaya kadar çabuk geçer bugünler ,diyen intern ablaya, o günlerde inanmamış olsam da haklı olduğunu defalarca tekrarladım arkadaş sohbetlerinde.Sorumluluklarımı tamamen kuşanıp hastalarımla karşı karşıya kalacağım tüm acemiliğimle.Altı yıldır girmiş olduğum onlarca sınava rağmen en önemli sınavım bu olacak.Ve altı yıldır çok sevmesem de alışmış olduğum bu şehirden taşınacağım... Nereye bilemiyorum ama şimdiden birkaç alternatif var önümde.TUS telaşını ve Anadolu'nun hangi köşesine atanacağım kaygısını rafa kaldırmış durumdayım.Bu konuyla ilgili zaman zaman yüreğimi bir sıkıntı kaplamadığını da inkar edemem.Tüm bu kargaşanın içinde ben mezun olduktan 1 gün sonra bir aylık eğitim için yine yollara düşeceğim.(Kabul işlemlerimle ilgili bir çıkmaz umarım.)Nasıl bir ilk yazı olduğu bilmiyorum ama olsun bu bir başlangıç; çünkü anlatacağım daha çok şey var...